Ülkenin gündemi bir türlü yazmaya fırsat bırakmamıştı.
MİT’in, polisin, jandarmanın karıştığı ve hükümetin “muamma” haline getirdiği, savcının hepsine suç duyurusunda bulunduğu Hatay’da yakalanan silah yüklü TIR…
Erdoğan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Milli orduya kumpas yaptılar” açıklaması ile hareketlenen siyaset ve hukuk…
AKP’li Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun “Kahpeler” suçlaması…
2 Bakan oğlunun tutuklanmasına, 4 Bakanın istifa etmesine, hükümetin üçte birinin değişmesine neden olan büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna engellemeler; Başbakanın oğlu Bilal’in savcıya ifadeye gitmemesi…
Tüm bunlar olurken -her stresli durumda yaptığı gibi- Erdoğan’ın yine geziye çıkması. Bu kez Japonya, Singapur ve Malezya… (Aslında iyi ders alınırsa Japonya güzel bir örnek olur. Taksicilerin beyaz eldiven giydiği, bahşişin bile onur kırıcı sayıldığı, rüşvet yolsuzluk iddiasına muhatap olanların harakiri yaptığı bir ülke.)
*
Şimdi bu gündemi bir yana bırakıp, yazamadığımı yazayım… Bir insan… Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu… Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı…
Eşi, 11 yıl önce, 18 Aralık 2002’de Ankara’nın Çankaya’sında katledildi.
Şengül hanımın 18 Aralık’ta eşine yazdığı mektubu –kimilerini insanlığından utandırır mı bilmeden- paylaşıyorum: *
Yine o kara gün geldi, 11 yıl geçti… Biz 18 Aralık Çarşamba günü saat 13.00’de seninle birlikteyiz, Karşıyaka Mezarlığı 5. kapıda olacağız. Diyorum ki, bugüne kadar seni ziyaret etmeyen herkes gelse, sana bir kez içinden haklıydın dese, belki senin umurunda değil ama ben çok mutlu olacağım. Çünkü artık memlekette kimsenin kaybedecek bir şeyi kalmadı, korkmadan herkes gelebilir mezarının başına, giden gitti zaten…
Canım Necip; Sana böyle seslenirken, hiç tuhaf hissetmedim, sen gittiğinden beri ben seninle böyle konuşup duruyorum içimden. İnsanın yaşamını değiştiren anların önceden tahmin edilememesi iyi midir kötü müdür hala bilmiyorum. Kızlarımız ve benim için dünyanın ikiye bölündüğü o gün öyle sıradandı ki. Eminim senin için de öyleydi. Ne fırtına öncesi sessizlik, ne sevinç ne de bir iç sıkıntısı her günkü gibi bir gündü işte. Ve sen birden gidiverdin, üstelik hiç istemeden.
… Her sabah konuşuyorum seninle bıkmadan usanmadan, söylemediğim ne kaldı ki… Belki beni dinlemekten bıkmışsındır bile. Seni duyamıyorum ya da sen de beni duymuyorsun aslında. Bunların hiç birinin önemi yok ki… Zaten sen de yoksun.
… Sanırım beyin kabul etmedikçe ölüm, ölüm olmuyor. Sen tek başına gitmedin aslında, giderken öyle çok şeyi alıp götürdün ki beraberinde. O yüzden hep eksik yaşıyoruz, o yüzden yoktan var etmeye çabalıyoruz ve o yüzden yılların nasıl geçip gittiğini anlayamıyoruz. Sakın bıktığımı düşünme nasıl yaptığımı bilmiyorum ama, şimdilerde her doğan güne gözümü açtığımda mutlu oluyorum yaşadığıma. İçim ilk yıllardaki kadar çok yansa da acı kızlarımız büyüdükçe yerini mutluluğa bıraktı biliyor musun? Senin yokluğunla boşalan yaşamım tatlı kızlarımızın genç birer kadın olması ile anlamlandı. Şimdi yaşamımın her zamankinden çok daha fazla değeri olduğunu düşünüyorum, seninleyken de dünyanın en şanslı insanlarıydık birbirimizi anladığımız, çok sevdiğimiz için… Ben hala böyle düşünüyorum seninle yaşadıklarım için Tanrı’ya şükrediyorum.
… İsterdim ki, seninle birlikte yaşlanalım, ben orta yaşlarıma geldim, ama senin nasıl yaşlandığını hiç göremeyeceğim. Özlüyorum seni, gün içinde bir anıyı hatırladığımda, yokluğun içimi acıttığında, kendiliğinden akıveriyor gözyaşlarım. Üzülme çok ağlamıyorum, gözüme bir şey kaçıyor sık sık o kadar.
… Daha görmeden sevdiğin, birlikte olma hayalleri kurduğun torunlarımızı birlikte kucaklayabilseydik, kızlarımızın başarıları ile gururlu sevinç gözyaşları dökebilseydik.
… Bu adaletsizlikle canım çok yandı. Ama seni her düşündüğümde artık hep gülümsüyorum, neden mi? Sana mutsuzluk yakışmazdı Necip.
… Aslında hiç gitmedin, bize bıraktığın yaşam anlayışınla yanımızdasın. Ama sana dokunamamak, sarılamamak o dayanılmaz… Seni seviyorum, çok ama çok özledim. Her şeyin sonunda, buluşmayı ve bir rüyadan uyanır gibi bir araya gelmeyi bekliyorum, ama beni gördüğünde bu yaşlı kadın benim karım olamaz diye aklından geçirmeyeceğine bana söz vermelisin. Yaşam yoldaşım, parlak yıldızım, insanım. Elini tekrar tutmak için geleceğim. Işıklar içinde huzurla, mutlulukla bekle beni...
* GÜNÜN SÖZÜ: Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır. -Oğuz ATAY (Yurt Gazetesi, 04.01.2014, Cumartesi)
|